Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı

Türkler tarih sahnesine ilk olarak ne zaman çıktı? İlk ne zaman devlet kurdular? Ne zaman kendilerine Türk demeye başladılar? Nerelerde yaşadılar? Anadolu’ya nasıl geldiler? Türk Tarihi gerçekten çok derin bir mevzu. Çok karmaşık bir konu. Halen tarihçilerin üzerinde uzlaşmaya varamadığı birçok konu barındırıyor. Türk Halklarının Çeşitliliği Tarihçi ve yazar Carter V. Findley, “Dünya Tarihinde Türkler” […] Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı yazısı ilk önce Holosen üzerinde ortaya çıktı.

Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı

Türkler tarih sahnesine ilk olarak ne zaman çıktı? İlk ne zaman devlet kurdular? Ne zaman kendilerine Türk demeye başladılar? Nerelerde yaşadılar? Anadolu’ya nasıl geldiler? Türk Tarihi gerçekten çok derin bir mevzu. Çok karmaşık bir konu. Halen tarihçilerin üzerinde uzlaşmaya varamadığı birçok konu barındırıyor.

Türk Halklarının Çeşitliliği

Tarihçi ve yazar Carter V. Findley, “Dünya Tarihinde Türkler” isimli kitabında şöyle bir otobüs imgesi kullanmış, benimde çok hoşuma gitti. Sizlerle de paylaşmak istiyorum. Demiş ki:

Türklük doğudan batıya bütün Asya’yı aşan bir otobüse benzer. Yolculuk uzun sürmüş ve otobüs ikide bir mola vermiştir. Her molada sandık, sepet ve torbalar indirilip bindirilir. Otobüs güzergahının nerede başlayıp nerede bittiği çoğu yolcunun umurunda değildir. Çoğunun niyeti kısa bir mesafeden sonra inmektir. Otobüsteki diğer yolcularla aralarındaki ortak noktaların, farklardan daha fazla olduğu belki akıllarından bile geçmiyordur. Arada bir otobüs bozuluyor, yoldan temin edilen yedek parçalarla onarılıyordur. Türkiye’ye varıldığında, yolculardan ya da eşyalardan hangisinin bütün seyahati aynı otobüsle yaptığını ya da böyle bir yolcu olup olmadığını kimse hatırlamıyordur. Otobüs bile değişmiştir. Bütün bunlara rağmen adı Trans-Asya Türk Otobüsü’dür.*

Findley’in bu otobüs imgesi gerçekten güzel. Fakat kitabında kendisinin de bahsettiği üzere bu sadece bir başlangıç. Türkler’in tarihi o kadar zengin ve geniş bir coğrafya ve kültür çorbası ki bunu tek bir otobüs imgesiyle anlatmak mümkün değil.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin zamanda geriye, üç yöne doğru uzanan bir tarihi var:

  • Türklerin gelişinden çok önceye dayanan Anadolu mirası;
  • 7. Yüzyıl Arabistan’ına kadar uzanan İslam mirası;
  • Orta Asya’daki ilk Türklere ve öncüllerine kadar uzanan miras ya da Türk-Moğol mirası.

Otobüs imgesi bunlardan sadece üçüncüsünü çağrıştırıyor.

Üstelik Türklerin tarihi üzerine düşüneceksek, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti tek nirengi noktası değil. Modern Türkiye’ye giden otobüs güzergahı da Türklerin önündeki tek seçenek değil. Türk halklarının tarihteki ilerleyişlerine bugün Türkiye’nin bulunduğu noktadan değil de tarihteki çıkış noktalarından bakarsak, Batıda son bulan tek bir güzergâh değil, Orta Asya’nın doğusundan başlayıp dört bir yana giden, yol boyunca kesişen ve Avrasya’nın her köşesinde, hatta 1960’lardan itibaren dünyanın birçok köşesinde biten güzergâhlar görürüz.*

Başlangıç Noktası Neresi?

Peki bu kadar zengin halklar topluluğunu bir noktada birleştirecek ve bir başlangıç noktası arayacaksak nereye gitmeliyiz? Baktığımız zaman Türklerin fiziki olarak birbirlerine benzemediğini görüyoruz. Özellikle Türkiye’deki bizler çok çeşitli fiziksel görünümlere sahibiz. Ya da iç Asya kökenli, doğu Türki dünyasına baktığımızda Moğol görünümlü Türklerle karşılaşıyoruz. Bu nedenle Türk halklarının birliğini en açık seçik dilde görebileceğimizi anlamamız lazım. Türk dillerindeki farklılaşma zaman içinde o dilleri konuşanların bile birbirlerini anlayamayacağı kadar çok çeşitlenmiş olsa da yine de Hint-Avrupa dillerinden çok daha fazla benziyorlar birbirine.

Şimdi eğer bir yol haritası çizmemiz gerekiyorsa Türkler ilk olarak nerede yaşadılar? İlk yurtları neresiydi? Nereden dünyaya açıldılar? Sonrasında neler oldu? Ne zaman devlet kurdular? Gelin şimdi sizleri bir yolculuğa çıkarayım.

Türkler’in Tarih Sahnesine Çıkışı

Bilinen tarihle birlikte ortaya çıkan ve varlığını günümüze kadar sürdüren sayılı milletlerden biri. Türkler. M.Ö. 4. Bin yıldan itibaren Asya’daki ilk yurtlarını büyük ölçüde muhafaza ederek 21. Yüzyıla kadar geçen sürede üç kıtada hükümran olan Türkler, 16 imparatorluk ve yüzlerce devlet kurdular.

Türklerin tarih sahnesine ilk çıktıkları düşünülen bölge günümüzde Hakasya, Rusya sınırları içerisindedir.

Türkler kesin tarihi ve sınırı bilinmemekle beraber Orta Asya’nın kuzey bölgelerinde Güney Sibirya olarak bilinen, Altay Dağları’nın kuzeyinde bulunan ve günümüzde Hakasya, Rusya olarak bildiğimiz bir bölgede ortaya çıktılar.*4 Buralarda dimdik göğe yükselen gövdeleriyle kozalaklı çamların doldurduğu, alabildiğine uzanan sonsuz ve muazzam alanlar olarak Sibirya ormanları bulunur. Her taraf sularla çevrili, dağların aşılmaz duvarlar gibi yükseldiği ve aylar boyu kar altında kalan bu ormanlar sessizlik ve yalnızlıkla doludur. Taygalarda yaşam yok denecek kadar azdır, ama yine de hayatını orada sürdüren insanoğlu buranın zengin olduğunu söylemekte diretir; duyguların, gizlerin, bilinmezlerin, yaz kurağında bitki örtüsünü yutan alevler misali yok edici malum güçlerin ya da hışırtı yayarak dolaşan muğlak güçlerin zenginliğidir Türklerin bu ilk yurdu.*³

Ön-Türkler’in Yaşam Tarzı

Mevsimler arası ani değişimler ve dönüşümlülük yasaları Ön-Türkler’e ilk eğitimini verir. Bu insanlar kabile dayanışmasının sağlam yapısını öğrendiği gibi, herkesin bir başkası için yem olduğunu ve zamanından evvel yenilmemek için de uzunca bir zaman yiyen taraf olarak kalınması gerektiğini de öğrenirler. Oldukça kısa süren sıcak aylar boyunca soğanlarını yedikleri yabani zambakları, taneli meyveleri, şifalı otları, boya elde ettikleri bitkileri ve saatlerce kaynattıkları bazı ağaç kabuklarını toplarlar. Dost ya da düşman tüm hayvanlar, özellikle de geyik türleri taze et ve kürk ihtiyaçlarını karşılar. Göllerin aşığı kuğular, gökyüzünün en yüksek noktalarına erişebilen kartallar ve tüm göçmen kuşlar, korkunç güçler olan ayılar ve kurtlar onların gözünde sanki başka bir dünyaya aittir. Bütün bu hayvanlar Türklerin önce mitolojisinde, daha sonraysa masallarında yer alacaklardır.*³

Ormandan Bozkıra

Ön-Türkler tarihlerinin en büyük devrimini ormandan bozkırlara yaptıkları göçle yaşadılar: avcılık ve toplayıcılık uygarlığından yetiştiriciliğe, rengeyiği kültüründen at kültürüne geçtiler. Altaylardaki Pazırık kazılarında çabuk bozulan eşyaların yanı sıra mezarlardaki buzullaşma sonucu çok iyi durumda kalmış bazı dayanıksız eşyalar ile diş etlerindeki piyore gibi pençesine düştükleri hastalıkları teşhis etmemizi sağlayan ölüler de bulundu. Ayrıca maskeli adamlar ve yitip giden bir dünyanın özlemiyle yeni bir yaşama uymanın güçlüğünü yansıtan geyik kılığına sokulmuş atlar çıkarıldı.

Pazırık kurganından çıkarılan atın koşum takımlarıyla birlikte modeli

Kısa bir süre sonra bu avcı-toplayıcı topluluk, artık tamamıyla birer bozkır insanı haline gelmişti. Çinlilerin binlerce yıldır Hu diye adlandırdıkları bu insanlar, buzullaşma, aşırı nüfus artışı, açlık, salgın hastalıklar gibi birçok belayla baş ederek hiç durmaksızın yer değiştirdiler; bir ortaya çıktılar bir kayboldular; kâh bir araya gelip birleşti kâh ayrılıp dağıldılar.

Atın Türkler İçin Önemi

Ön-Türkler at biniciliğinde oldukça ustaydı.

Orta Asya, coğrafyası üzerinde yaşayan kavimleri sürülerine ot ve su bulabilmek için göçebe hayata yöneltti. Bu konar göçer yaşam tarzında Türkler için at en değerli varlıklardan biriydi çünkü ulaşımda, beslenmede, sürü idaresinde ve savaşta vazgeçilmez bir nimetti. Böylece Ön-Türkler insanlığa at kültürünü armağan ederek atı dünyada ilk evcilleştiren topluluk oldular. Atın sayesinde kıtaları, geniş toprakları fethettiler. Kaşgarlı Mahmud’un deyimiyle at Türk’ün kanadıydı. Gerçekten de öyleydi. Bu boyun eğdirilemez biniciler atlarıyla adeta tek vücut halindeydiler, seyredenler onların atın üstünde doğup bir daha da hiç inmediklerini zannederdi. Atları için eyeri, üzengiyi ve koşumu icat ettiler. En sivri çelikten yapılmış ve son derece keskin olan oklarını, yine eşi benzeri olmayan yaylarıyla diğer herkesten uzağa ustalıkla attılar, böyle bir donanım ve silahla hiç yenilmez olarak binlerce yıl yaşamlarını sürdüreceklerdi.*³

İskitler/Sakalar Dönemi

Ön-Türklerle ilgili tespit edilen Anav, Afanaseyevo, Kelteminar, Andronovo, Karasuk, Tagar ve Taştık kültür birikimlerinden sonra ilk Ön-Türkler sahneye çıktı. Kimmerler ve İskitler ya da diğer bilinen adıyla Sakalar M.Ö. 2000 ila M.Ö. 800 yılları arasında Asya’dan Orta Avrupa’ya kadar geniş bir sahada hüküm sürdüler. Kimmer ve İskit Türkleri M.Ö. 2. Bin yıldan itibaren dünya tarihinde etkileyici ve çeşitli oluşumları tetikleyici rol oynadılar. Kimmerler ve İskitler aynı coğrafyalarda birbirlerini kovalayarak hayatları ve eserleri birbirine karışık kalabalık gruplar halinde tarihin akışında çok hareketli bir serüvenin kahramanlarıydı.*²

Orta Asya Neresi

Asya’nın doğusundaki Kadırgan Dağları’ndan, batısındaki Ural Dağları ile Hazar Denizi’ne kadar, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Çin, Tibet, ve İran’a uzanan, Türklerin ilk anayurdu olarak kabul edilen bu bölgeye coğrafyacılar “Orta Asya” adını verdiler.

Orta Asya

Karadeniz’in kuzeyindeki Hazar Denizi ve Tuna Nehri arasındaki coğrafya ise, M.Ö. 2. Bin yılın başlarıyla M.Ö. 800 arasında önce Kimmerlerin ve onların ardından İskitlerin yurtları oldu.

İskitler’in hüküm sürdüğü bölgeler

Türkler anayurdu olan Orta Asya’dan uzak yerlere çeşitli sebeplerle hep göç etti ve diğer halklarla etkileşimde bulundu. Eski Çin, Mezopotamya, İran, Hindistan ve Anadolu medeniyetleri üzerinde yapılan araştırmalarda belirgin şekilde Türk kültürünün izine rastlanması Türklerin çok eski zamanlarda bu yerlere göç etmiş oldukları hakkında bize önemli ipuçları veriyor. Türklerin en eski ataları olan İskitler de göç eden topluluklardan biriydi.

M.Ö. 800’lü yıllardan itibaren Avrasya bölgesi çok hareketlendi. Kimmerler, doğudan gelen İskitlerin istila ve baskısıyla güneye ve batıya doğru çekilerek göç etmek zorunda kaldılar. Göç etmeyen veya edemeyen bazı Kimmer boyları, İskit egemenliği altında Kırım ve çevresinde hayatlarına devam etti ve zaman içinde onların içinde eriyerek kayboldular. Kimmer-İskit mücadelesi Türkler arasında hep görülen kardeş kavgalarının en eski örneklerinden birini teşkil ediyordu.*²

İskitlerin Yaşam Tarzı

Hipokrat, İskitlerin göçer kabilelerden oluştuğunu, soğuktan korunmak üzere keçe ile kaplı dört veya altı tekerlekli öküzlerin çektiği arabalarda yaşadıklarını, pişmiş et yediklerini ve kısrak sütü içtiklerini, sütten kurut yaptıklarını bildirmektedir.

Türk çadırları tarihi dönemlerden itibaren Türklerin yarattığı özel bir barınak olarak kaynaklara geçmiştir. Yine Heredot’un verdiği bilgilere göre İskitler, domuz dışında başta at olmak üzere bütün hayvanları kurban olarak kesmekte ve yemektedirler. Söğüt ağacından koparılan dallarla fal bakma, su kaynağı bulmak geleneği İskitlerden itibaren günümüze kadar bütün Türk gruplarında uygulanan bir gaip bilicilik tarzıdır. Herodot, İskitlerin, and içme törenlerinde şaraba kanlarını karıştırarak içtiklerini aktarmaktadır. İki kişinin kanlarını karıştırarak antlaşma yapması geleneği de bütün tarihi dönem ve bütün Türk gruplarında günümüze kadar uygulanmıştır. Kan kardeşliği kavramı da bu inanca bağlı olarak günümüze taşınmıştır.*²

İskitler’in Ölüleri Gömme Adetleri

Herodot, İskitlerin hükümdarları öldüğünde dörtgen şeklinde çok büyük bir mezar kazdıklarını, yas tutanların kulaklarını kestiklerini, başlarının çevresindeki saçları kazıdıklarını, yas törenlerinde yüzlerini ve kollarını kanattıklarını anlatmaktadır. Benzeri yas törenlerinin İslamiyet’in kabulünden sonra da uzun süre devam ettiğini kaynaklardan izleyebiliyoruz. İskitler, değer verdikleri ölülerini mumyalamışlardır. Bu adet sonraki Türk devletlerinde de devam etmiş hatta Anadolu Selçuklu hükümdarlarından II. Kılıç Arslan, I. Keyhüsrev, II. Süleyman Şah, III. Kılıç Arslan’ın mumyalandığı bilinmektedir.*²

İskitler ölülerini gömdükten sonra üzerine çok miktarda toprak atarlardı. Toprak atma konusunda birbirleriyle yarıştıklarından dolayı çok yüksek mezarlar oluşurdu. Orta Asya’da çok yüksek tümsekler halinde olan pek çok kurgan yani mezar bulunmaktadır. Bazı mezarların üzerinde ölenin öldürdüğü düşman sayısınca heykel dikildiği veya ölen kişinin heykelinin mezar üzerine dikildiği örnekler de tespit edilmiştir. Mezarların üzerine çadırlara benzer kubbeli yapılar inşa eden İskitler, iki katlı; alt katı defin yeri, üst kısmı ise çadır benzeri kubbe ile örtülü kurganlar yaparlardı. Anadolu’da pek çok örneği bulunan Selçuklu kümbetleri bu kurganların devamıdır.

At ve Araba Kullanımı

İskitlerin kendilerine has at terbiyesi yöntemleri vardı. Atların yakalanması, gem vurulması, eyerlenmesi ve terbiye edilişleri o dönemde tasvir edilerek duvarlara resmedilmiştir. Heredot’a göre İskitlerin en büyük servetleri yarı vahşi at sürüleri ve koyun sürüleridir.

Bozkır hayatı gereği yaylak ve kışlaklar arasında mevsime göre yapılan göçler belli bir düzene bağlıydı. Yaşlılar, çocuklar ve ağır eşyalar arabalarda taşınır, atlı kadın ve erkekler sürüleri ve kafileleri yöneterek seyahatin başarıyla, zararsız ziyansız tamamlanmasını sağlardı.

Arabalar sığırlar ve öküzlerle çektirilirdi. Arkeolojik bulgulara göre tekerlekler masif ahşaptan veya “altı kollu” olarak işlenmiş ve üzerine de demir çember geçirilmiştir. Bu dört veya altı tekerlekli arabalar, aynı zamanda ev fonksiyonu da görürdü. Arabaların üzerine çadırlarda olduğu gibi ahşap çatkı yerleştirilir ve üzeri keçe, keten veya kenevirden dokunmuş kalın bir örtü ile kaplanırdı. İçine, çadırlarda olduğu gibi halı ve kilimler serilirdi ve arabalar da atlar gibi kutsal kabul edilirdi.

Hanların ve beylerin arabaları özel olarak süslenir, ölen han veya bey, tüm silahları ve tören giysileriyle hazırlanır ve arabalarında kırk gün egemen olduğu topraklarda gezdirilirdi. Bu tören sırasında yollara çıkan halk da üzüntüsünü göstermek üzere bıçakla ellerini, kollarını ve yüzlerini çizerek kanatırdı. Yas işareti olarak saçlarının ucundan bir bölümünü keserlerdi.

Bozkırların Kuyumcuları

İskitler’den kalma bazı altın ziynetler

Arkeolojik buluntularının çoğunluğu altın olduğu için İskitlere “Bozkırların Kuyumcuları” denir. Kutsal ve öncü olarak kabul ettikleri geyiklerin sayısız tasviri başta olmak üzere kendilerine ait hayvan üslubunun çok zengin örnekleriyle donatılmış çok değerli eserlere sahiptirler. İskitler üzerlerine bedene oturan dar kollu ve baldırlarına kadar uzun gömlekler, altlarına pantolon giyerlerdi. Bellerine taktıkları deri kemerle kıyafetlerinin önünü kapatırlardı. Zenginlerin elbiseleri altınlarla süslüydü. Ayaklarına yumuşak deriden yapılmış çizme veya botlar giyerlerdi. Başlarına giydikleri enselerine kadar uzanan, kulaklarını kapayan sivri başlıklar ise tanımlanmalarında belirgin bir sembol olarak kaynaklara geçmiştir.

İskitlerde Silah Kullanımı (Ok ve Yay)

İskitlerden kalma tarihi okdanlık, yay ve oklar

Grekler, İskitleri “atlı okçular” olarak adlandırmışlardır. İskit çocuklarına çok küçük yaşta yay kullanma ve ok atma öğretilirdi. Atın üstünde dörtnala giderken, tamamen arkaya veya başka yönlere dönerek ok atmak ve hedefi mutlaka vurmak, İskitler için mutlaka kazanılması gerekli bir hünerdi. Uzun menzil yay çekme yarışmaları ve elde edilen başarılar, Grek kolonileri tarafından da takdirle karşılanır ve bu gibi başarıları onurlandırmak ve özendirmek üzere anıtlar dikilirdi.

Ok uçları kamış, ahşap, demir ve tunçtan yapılır, yaylar ise düz veya içe doğru kavisli bir “beden” ve buna tutturulmuş iki koldan ibaret olurdu. Bu yayların ortalama boyları bir metre civarında olup, at üzerinde rahat kullanılması için çok uzun yapılmazdı. Malzeme olarak ahşap, kemik, boynuz, sinir ve tutkal kullanılır, yayı geren kiriş sinirden yapılırdı. Yay germe, eski Türk tabiri ile “yay kurma” hüner işi olarak kabul edilirdi.

Okdanlık olarak adlandırılan ok yay torbasının kendilerine has kalıpları vardı. Ahşap iskelet üzerine deri kaplanarak yapılan okdanlık iki gözlüydü ve iç gözde yay, dış gözde oklar muhafaza edilirdi. Okdanlıkta üç yüz ila dört yüz ok bulunurdu. Ayrıca 50 cm. boyunda demirden yapılan kılıçlar da, İskitler için ok yay kadar önem taşıyan silahlardı. Kabzaları ve kınları altınlarla süslü çok sayıda kılıç günümüz müzelerinde sergilenmektedir.

Diğer Silahlar

Uçları 10-15 cm uzunluğunda demir olan mızraklar ve ciritler de hem savaş hem de spor aleti olarak kullanılırdı. Baltalar ise, çizgi veya kabartma olarak hayvan üslubunda geometrik desenlerle süslenir, küçük altın baltalar, soyluluk, hanlık, beylik sembolü olarak kabul edilirdi. Oval veya dörtgen şeklinde tahta ya da örme sazdan yapılan üzerleri geyik veya sığır derisi ile kaplanmış kalkanlar da İskitlerin kullandıkları korunma aletlerindendi. M.Ö. 5. yüzyıldan kalan diğer eşyalar gibi zırhlarda İskitlerin kurganlarından çıkarılmıştır.

Bütün antik kaynaklar İskitlerin savaşçı ve güçlü bir kavim olduklarını ve at üstünde silah atan ilk kavim olduklarını vurgulamaktadır. İskitlerin çağdaşları olan Keltler, Persler ve Traklardan üstün savaşçılar oldukları “atlı okçular” “hayalet atlılar” gibi belirgin sıfatlarla anlatılmıştır. Atlarının çevikliği ve oklarının hedef şaşmazlığı hasımlarını daima hayrete düşürmüştür. Atlarının hızı ile çok uzak bölgelerdeki birlikler gerektiğinde bir anda stratejik noktalara ulaşabilmiştir.

Savaş Taktikleri

Savaş düzenlerinde orta ana birimin yanında yer alan “yan kanatlar” Han oğulları ve beyler tarafından yönetilir, düşmana aniden saldırıp hızla geri çekilerek, düşmana kaçtıkları izlenimini verirlerdi. Onların kaçtığına inanan düşman güçlerini uçsuz bucaksız bozkırlarda peşlerinden koşturarak yorgun düşürürler ve yardımcı güçlerle irtibatlarının kesilmesini sağlarlardı.

Kuyuları ve yiyecek sağlanacak kaynakları yok ederek, düşmanı aç susuz bırakırlar, kendilerine ait yiyecek, hayvan yemleri ve diğer teçhizatı, arabaları ve sürüleri düşmanın ulaşamayacağı geri bölgelere taşırlardı. Bu yolla yabancı topraklarda ilerleyen düşman gücü aç ve çaresiz bırakılır, yan yana hilal şeklinde açılan yan kollar, kanatlarla çevirme hareketine girişerek, çembere aldıkları düşman güçlerini bir anda imha ederlerdi. Bu savaş taktiği bütün Türk boylarında ve devletlerinde binlerce yıl hiç hatasız uygulanmıştır. 1071’de Sultan Alparslan’ın Malazgirt’te de uyguladığı bu savaş taktiğine kurt kapanı, turan ya da hilal taktiği adı verilir.

Kurt kapanı (Hilal taktiği)

İskitler Gerçekten Türk mü?

Issık Kurganı’nda bulunan “Han’ın oğlu 23 yaşında yok oldu” yazılı kap

İskitler yani Sakalar hakkında dönem dönem Türk olup olmadıklarına dair iddialar ortaya atıldı. Fakat yapılan son çalışmalar gösteriyor ki İskitlerin Türk olması ve Hun İmparatorluğu’nun ataları olarak tarihte boy göstermiş olmaları oldukça yüksek bir ihtimal. Mesela Sus şehri ve çevresinde bulunan ve İskitlere ait olan çivi yazılı belgeler erken Türkçe’nin örneklerinden. Ya da Kazakistan’ın Almatı şehri yakınında Issık Kurganı’nda yani mezarında bulunan bir kap üzerinde Türkçe: “Han’ın oğlu 23 yaşında yok oldu” yazısı tespit edildi. İşte İskitlerin Türkçe konuştukları bu belgelerden anlaşılıyor. Ayrıca yine lssık Kurganı’nda bulunan Altın Elbiseli Adam’ın kıyafeti, altın işlemeciliği alanında Sakaların hünerini sergiliyor ve zenginliklerine açık bir kanıt teşkil ediyor.

Altın elbiseli adam

Herodot, İskitleri, yünlü kalın elbiseler giyen, sivri ve yüksek başlıkları olan, pantolon giyen, yay, hançer ve balta taşıyan atlı insanlar olarak tasvir etmiştir. Sakaların bir bölümü yerleşik çiftçi hayat sürerken, diğer bir bölümü hayvan besiciliği yaptıklarından göçer bir hayat sürdüler. Antik yazarların verdiği Tanrı, coğrafya ve şahıs adları ile ilgili tespitler; adet ve gelenekleri, yaşama tarzları ile ilgili bilgilerle birlikte bu çivi yazılı belgeler İskitlerin, Türklerin tarih öncesi ataları olduğunu gösteriyor. Sakaların dilleri Fin-Ugor ve Türk-Tatar lehçelerinin birbirinden bütünüyle ayrılmadıkları dönemi temsil ediyor.

Sakaların, Slav, İrani veya Ural-Altay grubundan Turani ırklardan hangisine mensup oldukları uzun bir süre tartışılmış olsa da, İskit tarihi ve kültürü ile ilgili yazılı kaynaklar ve arkeolojik bulgular, ilk yurtlarının Türk coğrafyası olduğunu göstermektedir. Çivi yazılı metinlerin Göktürk runik yazısının proto tipi olduğu çalışmalarla tespit edilmiştir. İskitlerin tespit edilen gelenek ve görenekleri ölü gömme adetleri, at kurban etmeleri başlangıçtan beri süregelen Türk kültürü ile aynıdır. Devamlılık gösteren pek çok kültürel unsur, kabul ve davranış kalıpları vardır.

İskitlerde Tanrı ve Din

Herodot’un İskitlerin dini ile ilgili verdiği bilgilere ve Grek imlasına göre “Pappaeus”, Gök Tanrısı; “Apia”, Yer Tanrısı ve “Tabiti,” ev ve aile tanrısıdır. İlk Türklerden Müslümanlığın kabulüne kadar olan bütün dönemlerde kaynaklar Türk inanışlarında temel iki kavramın olduğunu (Gök Tengri ve Yer Tengri) gösteriyor. Bu iki tanrının yanında Türklerde “Umay” adı ile anılan; yuvanın, çocukların ve hamile kadınların koruyucusu olan bir tanrıça bulunmaktadır. İskitlerin Tabiti adını verdikleri tanrıça, fonksiyon itibariyle Umay’a eş görünmektedir. İskitlerin, inandıkları kutsal değerler, kendilerinden önceki ve sonraki Türk boylarıyla benzerlik gösterirken, İskitlerin büyük çoğunluğu ve özellikle yönetici tabakanın Türk olduğunu gösteren dikkat çekici deliller hiç de azımsanacak türden değildir.

Alp Er Tunga

Şehname’den bir sayfa

İskitler’in en bilinen hükümdarı birçok kaynakta Türk olarak gösterilen Alp Er Tunga’ydı. Alp Er Tunga Türk hükümdar soyunun atası kabul edilmiş ve bütün Türk halklarının tarihi destanlarında kahramanlığın sembolü olmuş bir karakterdir. Bu sebep ve inançla Göktürk, Uygur ve Karahanlı hükümdarları, kendilerini Alp Er Tunga soyundan gelmiş saydılar. Divanü Lugat’it-Türk ve Kutadgu Bilig, Alp Er Tunga’nın İran destanı Şehname’nin kahramanlarından olan Afrasiyab/Efrasyap ile aynı kişi olduğunu yazmaktadır. Kaşgarlı Mahmud bütün Türk halkları hükümdarlarının Alp Er Tunga soyundan geldiğini, onun soyundan olmayanlara hakan veya han denilemeyeceğini söyler.

Kutadgu Bilig’de ise Yusuf Has Hacip Alp Er Tunga’yı özetle şöyle tanıtmaktadır:

“Alp Er Tunga, Türk beyleri arasında seçkin bir yiğitti. O çok bilgili, erdemli ve anlayışlıydı. İranlılar ona “Afrasyab” derlerdi. Afrasyab dünyaya hükmetti.”

Sonuç:

İşte Türkler’in bu, bozkırlardan, başı dumanlı dağlardan, yaylalardan başlayan olağanüstü yolculuğu, binlerce yıl içinde üç kıtaya destanlarla yayılan benzersiz bir hikâyeye dönüştü. Düşmanlığa karşı amansız bir yiğitlik ve cesaretin göstergesi olarak tarih sahnesinde derin izler bıraktı.

Kaynaklar ve İleri Okuma:

*Dünya Tarihinde Türkler – Carter V. FİNDLEY

*²Türklerin Tarihi – Prof. Dr. Umay TÜRKEŞ-GÜNAY

*³Türklerin Tarihi, Pasifikten Akdeniz’e 2000 Yıl – JEAN PAUL ROUX

*4Kök Tengri’nin Çocukları – AHMET TAŞAĞIL

Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı yazısı ilk önce Holosen üzerinde ortaya çıktı.