İnsanın Evrimi

İnsanın evrimi yaklaşık 65 milyon yıl önce, hayvanlar aleminin omurgalılar şubesine mensup, memeliler sınıfından türemiş, primatlar denen bir takım ortaya çıkmasıyla başladı. Bu takım milyonlarca yıl boyunca bir ağacın dalları gibi farklı ailelere, cinslere ve türlere evrildi. En son yaklaşık 6 milyon yıl önce tek bir dişi primatın iki kızı oldu. Bunlardan biri tüm şempanzelerin […] İnsanın Evrimi yazısı ilk önce Holosen üzerinde ortaya çıktı.

İnsanın Evrimi

İnsanın evrimi yaklaşık 65 milyon yıl önce, hayvanlar aleminin omurgalılar şubesine mensup, memeliler sınıfından türemiş, primatlar denen bir takım ortaya çıkmasıyla başladı. Bu takım milyonlarca yıl boyunca bir ağacın dalları gibi farklı ailelere, cinslere ve türlere evrildi. En son yaklaşık 6 milyon yıl önce tek bir dişi primatın iki kızı oldu. Bunlardan biri tüm şempanzelerin atası olurken, diğeri de bizim büyükannemiz oldu.

Çağdaş canlılarla yıllara göre son ortak atamızın ayrılış zamanını gösteren tablo

Yollarımız ayrıldı.

İnsan kelimesi sanılanın aksine sadece günümüz modern insanını yani “Homo sapiens’i” temsil etmez. Daha 100 bin yıl önce bile Dünya en az altı farklı insan türüne ev sahipliği yapıyordu. Fakat günümüzde kalan tek insan türü temsilcisi biziz.

Afrika’ya seyahat

Şimdi sizi iki milyon yıl öncesine bir seyahate çıkarayım.

Doğu Afrika’dayız. Çok tanıdık insan karakterlerine tanık oluyoruz: çocuklarına sarılan endişeli anneler, çamurda oynayan çocuklar, rahat bırakılmak isteyen yaşlılar ve toplumun kurallarına başkaldıran gençler. Bu arkaik insanlar âşık oldu, oynadı, yakın arkadaşlıklar kurdu, güç ve statü için mücadele etti. Fakat bunu şempanzeler, babunlar ve filler de yapıyordu. İnsanların hiç de özel bir durumu yoktu. Hiç kimsenin, bir gün kendi soylarından gelenlerin ayda yürüyeceğine, atomu parçalayacağına, genetik kodu çözeceğine ve tarih kitapları yazacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Tarih öncesi insanlar etraflarına goriller, ateşböcekleri veya denizanalarından daha fazla etki etmeyen sıradan hayvanlardı.

Peki ne oldu? Ne oldu da insanlar arasından sıyrılıp hayatta kalmayı başaran tek tür yani “Sapiens”, dünyaların efendisi haline geldi?

Bunu ilerleyen videolarda konuşacağız. Şimdi insan cinsinin evrimleşme hikayesine yakından bakalım.

İnsanın evrim hikayesi

Australopithecus Afarensis

İnsanlar ilk olarak 2,5 milyon yıl önce Doğu Afrika’da Australopithecus adı verilen bir primat cinsinden evrimleşti. Yaklaşık 2 milyon yıl önce, bu arkaik erkek ve kadınların bazıları ana yurtlarını terk ederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’nın çeşitli yerlerine göç ettiler. Kuzey Avrupa’nın karlı ormanlarında hayatta kalmak, Endonezya’nın nemli cangıllarından daha farklı özellikler gerektirdiğinden, insan toplulukları farklı yönlerde evrildiler. Bunun sonucunda pek çok farklı tür ortaya çıktı; bilim insanları da bunların her birine ayrı birer şaşaalı Latince isim koydular.

Homo Türleri

Avrupa ve Batı Asya’daki insanlar çoğunlukla “Neandertaller” olarak adlandırılan Homo neandertalensis’e evrildiler. Neandertaller Sapienslerden daha güçlü, daha kaslıydı ve Buzul Çağının Batı Avrasyası’na uyumluydular. Asya’nın daha doğu bölgeleri “Dik adam” anlamına gelen Homo erectus tarafından mesken tutulmuştu. Bu tür, bu bölgede iki milyon yıla yakın bir süre hayatta kalarak rekor kırdı.

Farklı insan türleri ve ortak ataları Australopithecus (solda)

Endonezya’daki Java adasında ise “Solo Vadisi İnsanı” anlamına gelen Homo soloensis yaşamaktaydı. Bu tür tropik yaşama uyumluydu. Diğer bir Endonezya adası Flores’te arkaik insanlar bir cüceleşme süreci geçirdi. İnsanlar Flores’e ilk defa deniz seviyesi olağanüstü derecede düşükken geldiler; bu esnada adaya anakaradan kolayca ulaşılabiliyordu. Denizler yeniden yükseldiğinde, bazı insanlar kaynakları çok kıt olan adalarda mahsur kaldılar. Daha çok yiyeceğe ihtiyacı olan büyük insanlar ilk önce öldüler, daha küçük yapılılarsa çok daha iyi hayatta kalabildiler ve Flores insanları nesiller boyunca cüceye dönüştüler. Bilim insanları tarafından Homo floresiensis olarak bilinen bu kendine mahsus tür ancak bir metre boya ulaşabiliyor ve 25 kilogramdan daha ağır olmuyordu. Buna karşılık taştan aletler yapabiliyor ve hatta zaman zaman adadaki cüce filleri bile avlayabiliyorlardı.

2010’da, bilim insanları Sibirya’daki Denisova mağarasını kazarken fosilleşmiş bir parmak kemiği keşfettiklerinde, diğer bir kayıp kardeş de hiçlikten kurtarıldı. Genetik analiz, parmağın daha önceden bilinmeyen bir insan türüne ait olduğunu kanıtladı ve bu türe de Homo denisova adı verildi.

Kim bilir daha kaç tane kayıp akrabamız diğer mağaralarda, adalarda ve farklı iklimlerde keşfedilmeyi bekliyor.

Doğu Afrika’daki Evrim

Bu insanlar Avrupa ve Asya’da evrim geçirirken. Doğu Afrika’daki evrim de durmadı. İnsanlığın beşiği, “Rudolf Gölü İnsanı” anlamına gelen Homo rudolfensis, “Çalışkan İnsan” Homo ergaster ve hiç de alçakgönüllü davranmayarak “Zeki İnsan” adını verdiğimiz türümüz Homo sapiens gibi pek çok türe ev sahipliği yapmaya devam etti.

Bu türlerin bazı üyeleri dev gibiyken bazıları cüceydi. Bazıları korkutucu avcılarken bazıları zararsız bitki toplayıcılardı. Bazıları tek bir adada yaşarken pek çoğu kıtaları aştı. Ama hepsi Homo cinsine mensuptu. Hepsi insandı.

Çoğu insan tarafından yanlış düşünülen bir kanıyı da burada açıklığa kavuşturalım.

Bütün bu insan türleri biri bir diğerinin ardılı olacak şekilde düz bir soy çizgisini takip etmedi. Yani tüm önceki türler bizim eski modellerimiz değiller. Gerçekte yaklaşık 2 milyon yıl önceden 40 bin yıl öncesine kadar dünya aynı anda pek çok insan türüne ev sahipliği yaptı.

İnsan evriminin kanıtları

Buraya kadar her şey tamam da, tüm bu hikayeyi sanki o çağlarda yaşamışçasına nereden biliyoruz?

Turkana çocuğu olarak bilinen Homo erectus türüne ait fosilleşmiş bir insan iskeleti (1984)

Elbette hikayenin bazı parçaları eksik fakat bu yap-bozun yerine oturmuş her bir parçası, antropologlar tarafından keşfedilmiş fosillere, bu fosiller üzerinde yapılan radyometrik tarihlemelere ve gen analizlerine dayanıyor.

İlk olarak Morris Goodman adlı bir araştırmacı 1963’te immünolojik yöntemler kullanmak suretiyle goril, şempanze, orangutan ve insanın proteinlerini karşılaştırdı ve insana en yakın olan primatların Afrika iri primatları goril ve şempanze olduğunu kanıtladı.

O günden bugüne çok şey değişti ve bugün biz insanın kökeninin ve evriminin izlerini geriye doğru sürerken DNA polimorfizminden yararlanıyoruz. Mesela bugün şempanze ile insan arasındaki genetik farklılık derecesinin şaşılacak derecede küçük olduğunu çok iyi biliyoruz. Şempanze ve insan genomları birbirinin %98,77 oranında aynısı.

Kronolojik evrim süreci

Peki, insanın evrimi tüm canlılarda olduğu gibi çok fazla dallı budaklı bir süreç olsa da kronolojik bir sıralamayla bakmak isteseydik hangi türlerle karşılaşırdık?

Ailemizin ilk temsilcileri Afrika’nın doğu ve kuzeydoğusundaki ormanlık alanlara etkin bir uyum gerçekleştirmiş Hominidler, yani insansılardı. Australopitecus adını verdiğimiz insansılar 4,5 milyon yıl öncesinden 1 milyon yıl öncesine kadar Afrika’nın doğu ve güneyinde yaşamlarını sürdürdüler.

Australopithecus afarensis’in restorasyon modeli

Bu ilk temsilciler ister savanlık ister sık ormanlık alanlar olsun hep su kenarında yaşadılar. Australopitecuslar’ı simgeleyen üç özellik; küçük beyin, iri yüz ve iki ayak üzerinde yürüme becerisiydi.  Basit biçimde avlanıyor ve öldürdükleri küçük hayvanları, ateşi kullanmayı bilmedikleri için pişirmeden yiyorlardı.

1-İki ayak üzerine kalkma becerisi (Bipedalizm)

Küçük boylu savunmasız bu uzak atalarımız çevrelerindeki tehlikeli hayvanlardan korunmak ve güvence içinde uyumak için ağaçları bir sığınma yeri olarak kullanmaya devam ederken bir yandan da iki ayak üzerine kalkmaya başladı. Bu sayede çevrelerinde yaşayan tüm canlılara görece bir üstünlük kurmuş oluyorlardı. Dik duran bir insansının görüş alanı genişliyor, çevredeki düşmanlarını daha rahat görebiliyordu. Elleri serbest kaldığı için alet yapıp kullanabiliyor, yakaladığı küçük hayvanları ve topladığı bitkileri kamp yerine kolayca taşıyabiliyordu. Ayrıca dik konuma geçen bir Hominidin vücudu, Afrika’nın yakıcı ve dik gelen Güneş ışınlarına daha az maruz kalıyor; böylece vücuttaki soğuma süreci daha etkin oluyordu.

Eller daha fazla şey yapabildikçe ellerin sahipleri de daha başarılı hâle geldiler, dolayısıyla evrimsel baskı avuçlarda ve parmaklarda daha yoğun bir sinir ağı ve kasların gelişmesini sağladı. Bugün insanlar bunun bir sonucu olarak elleriyle çok ince işleri yapabilir, özellikle de karmaşık aletler üretip bunları kullanabilirler.

İki ayak üzerinde durma becerisi elbette hemen gerçekleşen bir şey değildi. Fakat tüm bu faydalarından dolayı iki ayak üzerine kalkmayı başaran Hominidler avantaj kazanıp hayatta kalabiliyor, genlerini sonraki nesillere aktarabiliyordu.

2-Bipedalizmin dezavantajları ve erken doğum

Peki iki ayak üzerinde yürümenin hiç dezavantajı yok muydu? Elbette vardı. İnsanlık geniş görüş açısının ve becerikli ellerinin bedelini sırt ağrıları ve boyun tutulmalarıyla ödedi.

Kadınlar daha da fazlasını ödemek zorunda kaldı. Dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalını daraltıyordu, üstelik aynı anda bebeklerin de beyni giderek büyüyordu. Doğumda ölüm, dişi insanlar için ciddi bir sorun haline geldi. Bebeklerinin kafası ve beyni daha küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldılar ve daha çok çocuk sahibi oldular; doğal seçilim bu şekilde erken doğumlara hayatta kalma şansı verdi. Elbette böylelikle diğer hayvanlara kıyasla insanlar, pek çok hayati öneme sahip sistemleri henüz tam olarak gelişmemişken erken doğar hâle geldiler. Bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyebilir, bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek arayışı sırasında onu yalnız bırakabilir. İnsan bebekleriyse yıllar boyunca yardım, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır.

İşte bu durum insanlığın olağanüstü sosyal becerilerine ciddi katkı yaptı.

Yalnız yaşayan anneler, eteklerinde yardıma muhtaç çocuklarıyla kendileri ve yavruları için gıda ararken çok zorluk yaşadı. Bir çocuk büyütmek, ailenin diğer üyelerinden ve komşulardan sürekli yardım almayı gerektiriyordu, bu yüzden bir insanı büyütmek için bütün kabileye ihtiyaç vardı. Evrim böylelikle, güçlü sosyal bağlar kurabilenleri destekledi.

Tüm bunlara ek olarak, insanlar az gelişmiş olarak doğduklarından diğer tüm hayvanlardan daha çok eğitilebilir ve daha çok sosyal ilişki kurabilirler. Pek çok memeli, anne karnından fırından çıkan toprak kap gibi çıkar, onları yeniden şekillendirmeye çalışmak onlara zarar verir. İnsanlar ise anne karnından bir ocaktan çıkan erimiş bir cam gibi çıkarlar ve şaşırtıcı oranda şekillendirilebilirler. Bu yüzden bugün çocuklarımızı Müslüman veya Budist, kapitalist veya sosyalist, savaşçı veya barışçıl olarak eğitebiliyoruz.

3-Beyin kabuğundaki özgün gelişme

İki ayak üzerine kalkmanın öneminden uzun uzun bahsettik. Sıra insanlaşma sürecindeki ikinci önemli aşama olan beyin kabuğundaki özgün gelişmeye geldi.

Ailemizin ilk temsilcilerinde beyin, iri primatlarınkinden pek farklı değildi. Australopitekus’ta tespit edilen en küçük beyin hacmi 400 cm3’tü. Fakat dik duruşla beraber, başın gövdeyle olan ilişkisi yeni bir konuma geçti.

Bazı insansılar yeni davranış örüntüleri geliştirdikçe, günlük yaşamlarında doğal organların yerini giderek aletler aldı ve vücudun yükünü hafifleten bu aletler daha iri ve karmaşık bir beynin, doğal ayıklanma sürecinde ister istemez avantajlı konuma geçmesinin yolunu açtı. Savunmadan eğitime para aktaran bir yönetim gibi insanlar bisepslerden nöronlara enerji aktardılar. Gelişen beyin de, sırası geldiğinde, yeni yaşam biçimlerine kapı açtı. Böylece bir tür etki-tepki ilişkisi ortaya çıkmış; insan, vücuduna oranla en büyük beyne sahip hayvan olarak tarih sahnesindeki yerini almıştı.

4-İnsansıların insana evrilmesi

İnsansıları geçtik. Sıra geldi modern insanın ilk atası ile tanışmaya. Karşınızda Homo habilis.

4.1-Homo Habilis

Homo habilis türünün rekonstrüksiyonu

Bilim insanları Homo habilis ile modern insanın, evrim ağacında doğrudan bir bağlantısının bulunduğunu düşünüyor. Homo cinsinin bu ilk örnekleri, 1,8 milyon yıl önce Doğu Afrika’da Tanzanya’nın Olduvai Gorge Vadisi’nde yaşadılar. Bu bölgede yürütülen kazılarda 1959 ile 1987 yılları arasında Homo habilis’in çok sayıda temsilcisi bulundu.

Dış görünüş

Habilis atalarımızda özellikle beyin ve yüz biçimleri insansılardan çok bugünkü insanları hatırlatıyordu. Kafatası kemikleri ince, kaş kemerleri daha belirgindi. Beyinde frontal lobun yer aldığı alın bölgesi insansılarınkinden daha gelişmişti. Kafatası ise tüm kas bağlantılarından arınmış, daha yuvarlak bir görünüm kazanmıştı.

İnsansılarda görmeye alıştığımız güçlü çiğneme kasları ve çok iri azı dişleri Habilis atamızda söz konusu değildi. Habilisler’de diş minesi inceydi. Köpek dişi diğer komşu dişlerle aynı hizadaydı. Büyük azı dişleri ise uzunluklarına oranla daha az genişti.

Habilisler’in günümüzde bulunan ayak iskeletleri, dik duruşu en iyi kanıtlayan organ. Ayakta enlemesine ve boylamasına olan kavis, modern insanınkini hatırlatıyor. Fakat bacak kaslarına bakılacak olursa bizden daha dayanıklı olduklarını söyleyebiliriz.

Beyin yapısı

Habilisler’de beyin hacmi ortalaması ise 660 cm3’tü. Cinsimizin ilk örneklerinde beyin sadece hacim yönünden değil, yapısal olarak da insansılardan farklıydı. Mesela Broca ve Wernicke bölgelerinin varlığı ilk atalarımızın konuşma yeteneğine sahip olabileceğini gösteriyor. Broca merkezi beynin sol tarafında alın bölgesine yakın küçük bir kabartı. Konuşma dili ile bağlantısı var ve seslerin üretilmesinden sorumlu bir merkez. Wernicke merkezi ise, seslerin algılanıp ayırt edilmesinde rol oynuyor.

Alet yapabilme becerisi

Homo habilis taştan aletler yapabiliyordu. Taştan yontup elde ettikleri keskin kenarlı satırları hayvan derisi yüzmek, parçaları koparmak ya da kemik iliğini çıkarmak için kullanıyorlardı. Ayrıca bu taş aletleri sivri uçlu sopaları biçimlendirmek için de kullandılar. Et, tek besin kaynağı değildi. Avlanmayı genelde erkekler üstlenirken dişiler de bitkisel besinlerin toplanmasında görevliydi.

Bildiğiniz gibi insanı insan yapan önemli bir özellik öğrenilen yetenekleri ve teknolojiyi bir sonraki nesile aktarabilme becerisidir. İlk atalarımız Habilisler, yapmış oldukları aletleri bir kez kullanıp atmıyordu. Yerleştikleri yeni kamp bölgelerine beraberlerinde alet ve silahlarını da taşıyorlardı. Bu aletlerin nasıl yapıldığını nesilden nesle aktararak bilişsel devrimin önünü açtılar. Kültürel ilişkiler beynin daha da gelişip karmaşık bir yapı kazanmasında itici güç oluşturdu.

4.2-Homo Erectus

Australopitecus’larda ellerin özgürlüğüne kavuşmasına tanık olduk. Habilis’te ise bu özgür eller iri bir beyinle koordinasyon kurarak ilkel teknolojik aletleri yarattı.

Peki sırada kim var?

Homo Erectus… Yani Sapiens’in en yakın atası.

Erectus’un en eski temsilcileri yaklaşık 1,9 milyon yıl öncesinde karşımıza çıkarken son temsilcileri ise 117 bin yıl önce bile bizimle beraberdi. Erectus, atası olarak bilinen Homo habilis’ten daha uzun boylu, daha güçlü, daha iri beyinliydi. Ortalama beyin kapasiteleri 900 cm3’tü ve Homo erectus’un son temsilcilerinde bu irilik 1200 cm3’e kadar çıkmıştı. Bu artış daha karmaşık bir zihinsel yapıyı, dolayısıyla daha zeki bir insan formunu yarattı.

Turkana çocuğu

Homo erectus türüne ait 11-12 yaşlarında bir çocuğun (Turkana çocuğu) rekonstrüksiyonu – İskeleti 1984 yılında, Kenya Nariokotome’daki Turkana Gölü’nün yakınında bulunmuştur

Homo Erectus’un en iyi korunmuş iskeletlerinden biri 1984 yılında Kenya’da Turkana Gölü’nün birkaç kilometre batısında bulundu. Bilim insanları ona “Turkana Çocuğu” ismini verdiler. İskelet aşağı yukarı 1,5 milyon yıl öncesine tarihlendi. Kafatası ve alt çenesi de dahil tüm iskelet çok iyi korunmuştu. Bu 10-11 yaşlarında bir çocuktu.

Erectuslar nerede yaşadılar

Homo habilis sadece Afrika kıtasında yaşarken Homo erectus insanları, Afrika’da dahil olmak üzere Avrupa, Orta Doğu, Türkiye, Kafkasya ve Asya’nın kuzey ve güneydoğusuna kadar her iklim ve coğrafyada yaşamlarını başarıyla sürdürdüler. Üstelik bunu o kadar uzun bir süre yaptılar ki neredeyse iki milyon yıl boyunca hayatta kalarak şu ana kadarki en dirençli insan türü oldular. İki milyon yıl bizim türümüzün başarabileceği bir şey değil. Bizim bin yıl sonra bile ortalarda olacağımız şüpheli.

Etiyopya’nın Afar bölgesinde 1,2 milyon yıl öncesinden kalma erişkin bir Homo erectus dişisine ait leğen kemiği

Erectus atalarımız kafatası düzeyinde ilkel, vücut düzeyinde modern bir yapıya sahipti. Bacak kemikleri bizimkilere çok benziyordu. 2001 yılında Etiyopya’nın Afar bölgesinde 1,2 milyon yıl öncesinden kalma erişkin bir Homo erectus dişisine ait leğen kemiği bulundu. Bu kemik şimdiye kadar yaygın olan inanışın aksine, Erectus kadınlarının iri beyinli bebekleri doğurabilecek bir anatomiye sahip olduklarını gösterdi.

Homo erectus’un, Habilis atası gibi aletlere de ihtiyacı vardı. Kesmek, kırmak, parçalamak, bitki kök ve yumrularını topraktan çıkarmak ya da hayvan derilerini yüzmek için çeşitli aletler yapmak zorundaydı. Yaptı da. Ayrıca, kendisini diğer hemcinslerine ve yırtıcı hayvanlara karşı savunmak durumundaydı. Bu yüzden silah da üretebiliyordu. Fakat Homo erectus’un bir farkı vardı ki; sadece alet değil, alet yapan aletler de üretebiliyordu.

Ateşin keşfi

Erectus kültür tarihimizde önemli bir kilometre taşı olan ateşi de keşfetti. Daha doğru bir deyişle ateşi evcilleştirdi. Buna dair en eski örnek Güney Afrika’da bir doğal mağarada ele geçti. Erectus atalarımıza ait el baltaları, ocak külleri ve etleri pişirilen hayvanların yanmış kemik kalıntıları, ateşin insan tarafından kontrol altına alındığını ve kullanıldığını kanıtlıyor.

Doğanın bu etkin gücü ile insan yarım milyon yıldan beri iç içe. Ateş soğuktan koruyor, karanlık geceleri aydınlatıyor ve vahşi hayvanlara karşı koruma sağlıyordu. Erectus atalarımız öldürdükleri hayvanların etlerini ve topladıkları bitkisel yiyecekleri ateşte pişirdiklerinde daha lezzetli olduğunu fark etti. Üstelik pişirilen bu besinlerin hazmı da daha kolay oluyordu. Böylece dişlerin, çiğneme kaslarının ve sindirim sisteminin yükü büyük ölçüde hafifledi. Dişler küçüldü, çiğneme kasları zayıfladı. Sonuçta çene ufaldı, bağırsaklar kısaldı ve böylece enerji, irileşen beyne aktarıldı. İri beyin, aynı zamanda bilişsel kapasite ve artan zeka demekti.

Ateşin keşfi ile insan hem yiyecekleri daha kolay sindirdi hem de bilişsel kapasitesini artırdı

Bu anatomik özellikler insanın yaşam biçimine de yansıdı. Ateşin keşfi insanların sosyal yönlerini büyük ölçüde değiştirdi. Karanlık gecelerde ve soğuk havalarda ateş etrafında toplanıp, birbirleriyle daha güçlü bir iletişim kurma fırsatı buldular. Günlük yaşamda tanık oldukları olayları birbirlerine aktarma olanağına kavuştular. Belki de ateş çevresinde dans edip şarkılar söylediler ve çeşitli törenler düzenlediler. Kendilerini yalnızlıktan kurtardılar. Ateş sayesinde insanın psiko-sosyal gelişimi güçlü bir ivme kazandı. Hikaye anlatan hayvan, büyük bir devrimin eşiğindeydi. İnsanlığa çağ atlatan bilişsel devrimin eşiğinde…

Neandertaller ve Homo Sapiens sahneye çıkıyor

Yaklaşık 250-300 bin yıl önce Homo erectus çizgisindeki formlar yavaş yavaş tarih sahnesinden çekiliyor ve yerlerini hem kültürel, hem de bilişsel yönden daha gelişmiş Sapiensler’e bırakıyordu. Aslında bu geçiş sürecinde bir kopukluk olmadı. Öyle ki Homo erectus’un son temsilcilerini Homo sapiensler’in ilk temsilcilerinden ayırt etmek oldukça zordu. Ara formlar her zaman oldu. Böylece bir devir kapanırken Neandertaller ve Sapiens adı verilen yepyeni insan formlarının dönemi başlıyordu.

Neandertal kadını (sağda) ve Sapiens kadını (solda)

Besin kaynaklarının aranması, daha iyi yaşam için geliştirilen aletler, verimli bir av için etkin silah ve stratejilerin belirlenmesi ve olumsuz iklim koşulları gibi sonu gelmeyen bir yaşam kavgası, yeni insan toplumlarının dünyanın her yerine yayılmasına olanak verdi. Doğal seçilim süreci; en yetenekli, en uyumlu, en kurnaz, dayanıklı ve iletişim sistemi en gelişmiş iri beyinli insan türlerini avantajlı kıldı. Kendini dünyaların efendisi ilan edecek Homo sapiens’in önü böylece açıldı.

Bu bir devrin başlangıcıydı.

Dinler, kültürler, milliyetler, mitler, medeniyetler, imparatorluklar ve kurgularla dolu bir yolculuğun başlangıcı…

Neandertalleri ve onbinlerce farklı yaşam formunu ortadan kaldıran bir türün, akıl almaz serüveninin başlangıcı…

Kaynaklar ve İleri Okuma:

  • Her Şeyin Kökeni – New Scientist
  • 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi – Prof. Metin Özbek
  • Hayvanlardan Tanrılara Sapiens – Prof. Yuval Noah Harari

https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Map_of_classic_Neandertal_fossil_sites.jpg

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Dosya:Homo-erectus_Turkana-Boy_(Ausschnitt)_Fundort_Nariokotome,_Kenia,_Rekonstruktion_im_Neanderthal_Museum.jpg

https://tr.wikipedia.org/wiki/Primat

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan%C4%B1n_evrimi

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan

https://en.wikipedia.org/wiki/Australopithecus

https://tr.wikipedia.org/wiki/Neandertal

https://www.worldhistory.org/article/1070/early-human-migration/

https://en.wikipedia.org/wiki/Homo_erectus

https://en.wikipedia.org/wiki/Solo_Man

https://en.wikipedia.org/wiki/Homo_floresiensis

https://www.britannica.com/place/Denisova-Cave

https://en.wikipedia.org/wiki/Denisovan

https://en.wikipedia.org/wiki/Morris_Goodman_(scientist)

https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_insans%C4%B1_maymunlar

https://www.stoneageinstitute.org/media-center.html

https://en.wikipedia.org/wiki/Homo_erectus

https://www.pri.org/stories/2012-04-02/evidence-early-use-fire-found-south-africa-cave

https://en.wikipedia.org/wiki/Homo_habilis

İnsanın Evrimi yazısı ilk önce Holosen üzerinde ortaya çıktı.