Mananın Ötesi
Eğer kelimelerin işaret ettiği şeyleri bırakıp saf manasını özümsemeye ve o manayla evrene, insana bakmaya başlarsak artık bizi çatıştıran anlamlardan sıyrılır... Yeni blog yazısı " Mananın Ötesi " Zamanın Ötesi web sitesinde yayında.


Düşünce dilden, dil düşünceden doğar. –Eflatun
Düşünce dili çürütürse, dil de düşünceyi çürütebilir. –George ORWELL
Dil kalptekini söyler. -Kafkas Özdeyişi
Allahın dili sessizliktir, geri kalan her şey sadece zavallı tercümelerdir. –Mevlana Celaleddin RUMİ
Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır. –Mustafa Kemal ATATÜRK
Günlük hayatta nefes alıp vermek kadar sık ve doğal olarak yaptığımız ama çok az farkında olduğumuz pek çok eylemimizden biri kendimizi ifade etmek. İfade yetisi; bir insanın en değerli ama en az bakımını yaptığı enstrümanlarından biri gibi… Kendini ifade deyince akla ilk konuşma gelse de ifade sonsuz şekilde gerçekleşebilen bir evrensel olgu. Daha iyi anlamak için kelimenin köklerine inelim, nitekim bu yazımız pek çok etimolojik (bir sözcüğün kökeni) örnek içerecek o nedenle hem çok eğlenceli hem de arkadaş arasında bahsedecek çok hoş bilgilerle dolu olacak. Dahası, kendimizi ifade ederken kullandığımız manaların ötesine bakacağız…
İfade arapça kökenli bir kelime. “Fyd” kökünden yani fayda (yarar) kelimesinden geliyor. Arapça kökenden gidildiğinde fyd köküne eklenen eklerle bu kökü şu anlama çeviriyor: Faydalandırma. Yani ifadenin anlamı: faydalandırma. Faydalandırma ise birine bir şeyi kullanması için verme anlamına geliyor.
Daha geniş bir perspektiften bakmak için ifade kelimesinin ingilizcesi olan “express” kelimesinin de köklerine inelim. Çünkü “ifade” Arapça yani doğu kökenliyken “express” batı kökenli. Bu sayede hem doğu hem de batı (zahir – batin) penceresinden bakmış olalım.
Express latin kökenli bir kelime. Dışarı, çıkma anlamlarındaki “ex” ile baskı, sıkışma anlamındaki “presseare” kelimelerinin birleşiminden oluşur. Yani baskı ile, sıkıştırarak dışarı çıkartmak gibi bir anlam kökeninden gelir. Bir kahve türü olan espresso da eski kahve makinelerinin benzer bir yöntemi kullanmasından dolayı aynı etimolojik kökenden gelir. Kahveyi sıkıştırarak fışkırtmak/çıkartmak anlamında… Eh latin arkadaşlar da sanırım insanın kendisini bastırıp sıkıştırarak ifade edebildiğini düşünmüşler.
Doğu ve batıyı sentezlersek; insan hakikatten de sanki bedeniyle ruhunu sıkıştırıp ağzından kelimeleri, ellerinden yazıları, kalbinden sanat eserlerini çıkartıyor, kendini ifade ediyor, içini dışarı fışkırtıyor. Böylece başkalarına kullanması için yeni şeyler veriyor. Faydalı şeyler…
Görüldüğü üzere tek bir kelimeden yola çıkarak dilin evriminin ouroboros misali dönüp dolaşıp kendisini hem yemesini hem de yaratmasını bizzat gözlemleyebiliyor, felsefeyi kuru laf kalabalığından çıkartıp elle tutulur bir bilgiye dönüştürebiliyoruz. Böylece faydalandırabiliyoruz.
İnsanın kendisini ifade etmesi işte bu denli önemli bir konuyken bu defa ifade enstrümanlarımızın kökenine inelim. Kuşkusuz en sık kullandığımız enstrüman harfler. Harfler aslen sembollerdir. Yani resimdir. Yazmak ve çizmek bizim ilk sistematik enstrümanlarımızdan biriydi. Mağara duvarına çizilen resimlerden bu güne çok şey değişse de özde dilin oluşmasının bir mantığı var. Bu mantığı anlamak için Mısır hiyerogliflerin nasıl oluştuğuna bir göz atalım…
Hiyeroglif kelimesi eski yünancadan gelmedir ve kutsal yazı anlamına gelir. Bu anlam önemli çünkü nasıl ki “Atiye Dizi Analizi” yazımızda Göbeklitepe’den bahsederken burası sayesinde insanlığın yerleşik hayata geçişinin sebebinin tarım değil de inanç olduğu anlaşıldı dediysem dilin gelişimi konusunda da aynı tespitte bulunacağım. Hakikatten de dili oluşturan kutsiyet ya da inanç dediğimiz kavramlardı. Nasılına geleceğiz…
Antik Mısır’da hiyeroglif yazısı kutsaldı ve herkes öğrenemezdi. Daha çok ruhban sınıfının tekelindeydi. Bu yazı tekniği o kadar karmaşık ki zaten herkesin hemen hakim olacağı bir dil değil. Hiyeroglif sembolleri birer harf değil. Her sembol bir anlama karşılık geliyor. Bunu en iyi şu basit örnekle anlatabiliriz:

Bu hiyeroglif 1 aylık süreyi ifade etmek için kullanılıyor. (İngilizcedeki “month” kelimesinin karşılığı) Çözümlemesi şöyle: İlk sembol zaten hilal sembolü. İkinci sembol, yatık el sembolü “yapmak” anlamına geliyor. Halka içindeki nokta sembolü ise güneş sembolü. Yani bu hiyeroglif bize şunu diyor: Ayın (gezegen olan) 1 güneş döngüsü 1 ay yapar. Nitekim ayın bir döngüsü 28 gün sürer, bir aylık süreye tekabül eder. Bu örneği şu nedenle verdim; Mısır hiyeroglifleri hep bu şekilde anlamlarını doğadan almışlar. Güneş, ay, yıldızlar… Hepsi doğada olduğu şekliyle hiyeroglifleşmişler. Mesela su tahmin edeceğiniz gibi dalgalı yatay çizgi. Fakat farklı hiyerogliflerin yan yana gelmesiyle hiyeroglifin anlamı kendi bağlamından kopabiliyor, farklılaşabiliyor. Bu da çeviriyi zorlaştıran bir şey. Neredeyse tamamen yorumlama yoluyla yapılan bir okuma söz konusu. Bilinmesi gereken şey sembolün doğadan geldiği. O nedenle kutsal yazı denirdi çünkü doğa tanrı ile eşdeğerdi ve hiyeroglif de tanrının diliydi. Onla konuşmak için bir araç.
Dilin gelişimi boyunca çivi yazısı gibi ya da günümüz latin harfleri gibi alfabeler hiyeroglif gibi manalarını direkt doğadan alan değil daha pratik amaçlarla meydana gelen dil sistemlerini oluşturmuşlar. O nedenle hiyerogliflerin çalışma mantığını mevcut harflerimiz ve kelime oluşturma sistematiğimizle açıklamak güç. Günümüzde kullandığımız kelimelerin nereden geldiğini tam olarak bilemeyebiliyoruz. Mesela “güneş” kelimesinin köküne inmeye çalıştığımızda esti türkçede “küne ışımak” tabirine ulaşıyoruz. Kün; gün, gündüz anlamlarına geliyor. Yani güneşin kökeni “kün” kelimesi. Kün kelimesi nereden ortaya çıkmış diye araştırmak istediğimizde ise takılıp kalıyoruz çünkü kelimenin ilk ortaya çıkışıyla ilgili bir veri yok elimizde. Hiyeroglif gibi bir resim içermediği için tümden gelim yoluyla bir yorum da yapılamıyor. Bazı kelimeler için bunu yapmak mümkün. Mesela fermuar fransızcadan dilimize geçmiş bir kelime. Anadolu’da fermuar yerine cırcır deniyor. Çünkü fermuarın çalışırken çıkardığı ses cırcır sesi. Fokurdamak, hapşırık gibi kelimeler ek olarak verilebilir. İçgüdüsel olarak aslında yeni kelime türetirken kelimeyi doğadan çalma eğilimindeyiz. Kah çıkardığı sesle kah görüntüsüyle… Fakat dil; mevcut medeniyet süreçlerinde birbirinden etkilenerek asimile oluyor. Bu asimilasyon her dil için geçerli. O nedenle kün kelimesi nereden geldi bilmiyoruz ya da “göz” kelimesinin eski türkçede yuvarlak anlamına gelen “gö” kökünden geldiğini bilsek de gö kelimesinin hangi bilinçaltı süreçlerinden geçerek meydana geldiğini bilmiyoruz. Bu konular üzerine çalışmalar var olsa da yazılı tarih bir noktaya kadar gidebildiği için bir noktadan sonrası tahminden öteye gidemiyor.
İbrani metinler üzerinde çalışanlar bunun için bazı teknikler geliştirmişler. Bir benzerini arapçada da bulabilirsiniz. İbranicede de arapçada da kelime kökleri sessiz harflerden oluşuyor. Bu sessiz harflere getirilen başka harfler ya da sesler anlamı farklı noktalara çekiyor. Arapçadan bir örnek vermek gerekirse; “trk” bir kök. Bu kökten şu kelimeler türemiş: Terk, tarık, mütareke. Üçü de farklı anlamlarda ama kök aynı kelime kökü. Sadece bazı ekler eklenmiş ve bambaşka anlamlara evrilmiş. Terk bırakmak ayrılma anlamlarındayken tarık hem patika yol hem de bir yıldızın adı. Mütareke ise bırakış, ateşkes anlamlarına geliyor. Eğer bu üç farklı kelimenin üç farklı anlamı üzerine tefekkür eder ve aralarındaki korelasyonu çözersek “trk” kökünün nereden geldiğine ya da en azından saf anlamına ulaşabiliriz. Bu bir tür şifreli metni dekode etmeye benziyor. Bir başka örnek “hkm” kökü. Hüküm, hakim, muhakeme, mahkum, ahkam… Tamamı aynı kökten türetilen kelimeler. Demek ki “hkm” kökü tüm bu anlamları doğuran kuluçka makinesi. Elbette burada yazdığımız köklerin aslı arapça. Latinceye çevrilmiş kökleri yazıyoruz. Yani arapça hkm kökü bu anlamların ana manasını oluşturan bir anlamsal güce sahip.
Tüm bunlardan şimdilik çıkardığımız sonuç kelimenin sadece bir aracı olduğu, teknoloji olduğu, asıl işi görenin mana olduğu yönünde. Kelimeyi ister resmini çizerek ister çeşitli sembollerle oluşturabiliyoruz ama aslolan o kelimeye yüklediğimiz mana. Eskiden mana ile araç arasındaki bağ daha kuvvetli ve buna paralel olarak da manayı yorumlama, anlama yetimiz daha güçlüymüş. Çünkü manayı temsil eden sembol direkt olarak doğadan çizilerek alınmış. Şu an yağmuru belirtmek için yağmur yazmamız gerekiyor ama yağmur ne ses olarak ne de görüntü olarak yağmura benzemiyor. O nedenle günümüzün insan – mana ilişkisi ve iletişimi doğal olmayan yollardan ilerliyor diyebiliriz. Elbette çağın hızına ayak uydurmak ve pratikleşmek için bu araçlara ihtiyaç duyduk, kullandık ama her şeyin bir bedeli vardır. Bu pratiklik bizden gerçek manayı kopardı. Artık bırakın doğayı anlamayı, birbirimizi dahi anlamıyor; iletişim çağında muazzam bir iletişimsizlik içinde yaşıyoruz. Daha da önemlisi kendimizle iletişimimizi koparıyoruz. Kendimizi anlayamıyoruz… Eğer kelimelerin işaret ettiği şeyleri bırakıp saf manasını özümsemeye ve o manayla evrene, insana bakmaya başlarsak artık bizi çatıştıran anlamlardan sıyrılır ve neden sorusunu bırakıp artık nasıl sorusuna geçeriz. Mananın da ötesine geçebilirsek zamanın ve mekanın ötesine geçer, artık anlaşıp anlaşılmama kısır döngüsünden kurtulur, kendi manalarımızı yaratmaya başlarız. Tüm bunlar da bir tek şeyle, insanın kalbiyle düşünmesiyle mümkün.
Babil kulesi efsanesi insanlık tarihinin en büyük “spoiler”larından biri. Başlangıçta tek olan dilin yani manayı algılayış şeklimizin nasıl dağılarak binlerce dile, manaya bölündüğünü, bu nedenle de bizi yaratana ulaştıracak olan Babil kulesinin bir türlü tamamlanamayıp yıkıldığını anlatan kıssadan hisse… Görünen o ki sıfırdan yeni bir dil teknolojisi üretmek ya da üretilmesini beklemek yerine bizim görüneni aşıp mananın özüne ulaşamak için bireysel bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor. En azından kendimizle iletişim kurmak, özümüzü anlamak, anlatmak, ifade etmek, fayda sağlamak için.
Kendinizi ifade ederken çok da sıkmayın, sıkılmayın, espressonuzu yudumlayın, mananın size akmasına izin verin
Mana; kelimelerin, görünenin, işitilenin ötesinde… “Kendini ifade eden kim?” sorusunun cevabında…
E-Mail ile Takip Et
Her ufuk açıcı yeni yazı yayımlandığında e-mailinize bildirim almak için mail adresinizi kaydedin:Yeni blog yazısı " Mananın Ötesi " Zamanın Ötesi web sitesinde yayında.