Karanlık Yan – Irade – Erginlenme
Karanlık yanınızı görmek ve onla yüzleşmenin ardından gerçek sınav başlar. Çünkü şöyle düşünebilirsiniz… “O hep korkup kaçtığım... Yeni blog yazısı " Karanlık Yan – Irade – Erginlenme " Zamanın Ötesi web sitesinde yayında.

Uzun yıllar önce, İspanya’nın Bescos kasabasının ücra mağaralarından birinde bir keşiş yaşarmış, daha sonraları Aziz Savinus olarak bilinmiş bu keşiş. O günlerde Bescos bir sınır köyüymüş, adaletin önünden kaçan haydutlar, kaçakçılar, fahişeler, kafa dengi arayan serüvenciler, iki cinayet arasında burada dinlenen katillerle dolup taşarmış. İçlerinde en kötüsü Ahab adında bir haydutmuş. Bu adam köyü ve çevresini kendi denetimi altında tutar, dürüst yaşamakta ısrar eden çiftçileri haraca kesermiş. Günün birinde Savinus mağarasından çıkmış, Ahab’ın evine gelmiş ve geceyi orada geçirmek istediğini söylemiş. Ahab gülmekten katılmış: “Sen benim bir katil olduğumu, yaşadığım yerde pek çok adamın gırtlağını kestiğimi, senin hayatının benim gözümde bir hiç olduğunu bilmez misin?” “Biliyorum” diye yanıtlamış onu Savinus. “Ama o mağarada yaşamaktan bıktım. Burada hiç değilse bir gece kalayım.” Ahab, azizin ününü duymuş, kendininkinden aşağı kalmıyormuş ve bu da onun hiç hoşuna gitmiyormuş, çünkü kendisinden başka kimsenin böyle ünlenmesini istemiyormuş. Bu yüzden adamı hemen o gece öldürmeye karar vermiş, amacı herkese oraların tek rakipsiz efendisinin kim olduğunu göstermekmiş. Sohbete başlamışlar; Ahab azizin sözlerinden etkilenmiş. Ama kuşkucu bir adammış o ve çoktandır iyiye inanmaz olmuş. Savinus’a yatacağı yeri gösterdikten sonra istifini bozmadan ama tehditkâr bir havayla hançerini bilemeye başlamış. Savinus onu birkaç dakika izledikten sonra gözlerini kapayıp uykuya dalmış. Ahab gece boyu hançerini bilemiş. Savinus sabah erkenden uyandığında Ahab’ı yanı başında sızlanır bulmuş. “Benden korkmuyorsun, beni yargılamadın da. İlk kez biri, benim iyi biri olabileceğime, gidecek yeri olmayan herkese konukseverlik gösterebileceğime inanarak geceyi evimde geçirdi. Sen benim doğru davranacağıma inandığın için ben de öyle davrandım.” Ahab suç işlemekten o gün vazgeçmiş ve kendini o yöreyi değiştirmeye adamış. Böylece Bescos haydut yatağı bir sınır köyü olmaktan çıkmış, iki ülke arasında önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş.
Uzun bir aradan sonra hem bloga hem de kendimize geri döndüren bir yazıyla birlikteyiz.
Gerçekten de bazen kendimizden uzaklaşırız. Kendimize yabancılaşırız. Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, ne istediğimizi bilemez halde ortalıkta dolanır, bize yazılan kodları, rolleri oynar dururuz… Her ne kadar bunların birer rol olduğunu bilsek de yazılımın dışına çıkamaz, kabuğumuzu parçalayamayız. Çünkü görmemiz gereken bir şey vardır…
Modern bilim artık depresyonun bir tür uyarı mekanizması olduğunu, kişinin çözmesi gereken şeyleri halı altına süpürmektense çözmesi için onu kendisine geri döndüren bir işlevi olduğunu konuşmaya başladı. O nedenle kimseyi görmek istemiyor, evimizden dışarı çıkmak istemiyor ve tıpkı bir cenin gibi bükülüp kendimize geri dönmeye çalışıyoruz depresyonlarımız esnasında. Görmemiz gereken şey bazen sadece kırılganlığımızken bazen de çok derinlerde kalmış bir “karanlık” yanımız olabiliyor. Adına karanlık deme sebebimiz belki de sadece gün yüzüne çıkmayıp derinde kaldığı içindir… Eğer onu güneşe çıkarırsak ışığa dönüşecektir…
Ahab’ın hikayesinde olduğu gibi bazen sadece o karanlık yanımızın yargısızca görülmesine ihtiyacımız vardır. Kötü ve kendimize / başkalarına zarar veren yanımızın yargısızca başkaları tarafından salt izlenmesi bile bizi dönüştürmeye yeter. Kuantum fiziğindeki gözlemci etkisi bunu çok iyi açıklar. Sadece gözlemleyerek sonucu değiştirebiliriz ama bir insan hayatı söz konusu olduğunda nasıl gözlemlediğimiz önemli hale gelir.
Hiç bir tacizciyle ya da katille yan yana geldiniz mi? Televizyonda gördüğünüzde ne yaptınız? Ya da siz bir kötülük yaptığınızda kendinizi nasıl gördünüz? Kendinize nasıl davrandınız? Aslında kendimize ya da başkalarına nasıl davrandığımızın önemi yok. Hepsi de bir. Eğer birine yalan söyleyip bundan pişman olup kendinizi değersiz hissettiyseniz, yalan söyleyen birine bakış açınız da bundan farklı değildir. Onu değersiz görürsünüz. Yalan söyleyen kişi de ona olan bakışınızla birlikte kendisini iki kat değersiz hisseder ve madem ki değerli biri olamıyorum en azından değersizler kralı olayım der ve yalanı bırakmak yerine tüm hayatını bir yalan olarak yaşamaya başlar.
Karanlığın rengi koyulaştıkça uçlar da sivrileşir. Yargıladıkça yargılanırız ve ne kadar çok yargılarsak o kadar derinlerimize bir şeyler gömeriz. Karanlığımızı besleriz. Kimseye güvenmez hale geldikçe aslında kendimize güvenmez hale geliriz.
Peki çözüm nedir? Bildiğiniz gibi bu blog kuru felsefe yapmak yerine somut çözümlere odaklanıyor. Hep birlikte, hayatımızda uygulayabileceğimiz bakış açıları geliştirmeye çalışıyoruz. Çözüm için Ahab’ın hikayesine geri dönelim… Ahab herkes tarafından en kötü haydut olarak biliniyordu. Böyle bir ün yapmıştı ve bu onun için başarıydı. İnsanların onu öyle görmesi bu başarısını körüklüyordu. Oysa ki çok ufak bir itmeyle Ahab aslında içindeki ışığın ortaya çıkacağını biliyordu. Ama kimse o ışığı görmek istemedi. Haliyle kendisi de görmek istemedi. Ahab’a yargısız gözlerle bakan ve onun kötülüğünü de iyiliğini de yargısızca izleyen keşiş onun da kendisini izlemesini sağladı. Ahab kendi karanlığıyla yüzleşti. Aziz, Ahab’ın karanlığını kabul ettikçe Ahab da kendi aydınlığını kabul etti ve karanlığını ışığa dönüştürdü. Peki bunu nasıl yaptı? Gördüğünüz gibi bu blog artık neden sorusundan çok nasıl sorusunu soruyor. Çünkü artık nedenlerin bir önemi kalmadı. Aksiyon almak ve dönüştürmek için nasıl sorusunu soruyoruz. Taa ki artık hiçbir sorunun öneminin kalmadığı ana kadar bu sorular devam edecek, cevaplarla biraz daha büyüyeceğiz… Nitekim Ahab’ın dönüşümü de aslında bir tür büyüme, erginlenmeydi.
İnsan içindeki karanlık yanını gördükçe büyür, olgunlaşır… Şu an hiçbiriniz Ahab gibi bir haydut değilsiniz. O nedenle hikayeyi kendinizle bağdaştıramayabilirsiniz. Çünkü biz kendi karanlık yanımızı yaşamayan, onu sadece bastıran, görmezden gelen bir hayat yaşıyoruz. Görmek için illa Ahab gibi karanlığımızı yaşamamız da gerekmiyor aslında. Sadece görmemiz yeterli…
Belki içimizde bir katil potansiyeli vardır. Vahşetle insanları öldüren bir cani… Nereden bilebiliriz? Seri katil filmleri izleyerek. Vahşet görüntülerine bakarak. İnsan kendi karanlığından korkar ve o nedenle onu bastırmak ister. Görmezden gelir… Korktuğumuz görüntülere bakmak bize bir tür katarsis yaratır ve hem korkularımızla hem de karanlık yanımızla yüzleşmemizi sağlar. Bir süre sonra artık bu görüntüler ne bizi rahatsız eder ne de onlara bakmaktan zevk alırız. Artık onlardan soyutlanmışızdır…. Tıpkı klostrofobisi olan birinin çok dar ve kapalı alanda geçen iç boğucu film sahnelerine bakması gibi. Ya da eğer karanlık yanımız duygusal bağımlılıksa, ağır romantik filmleri izleyebiliriz. Belki de aşk filmleri çıktığında köşe bucak kaçan, romantik ilişki hikayelerinden sinir olan birisinizdir. İçinize bir bakın… Nefret de bir bağdır. Üstelik bazen sevgiden daha güçlü bir bağ…. Bu bağı, bu enerjiyi simyasal olarak dönüştürdüğünüzde hayatınızda çok büyük bir ilerleme kaydedersiniz.
Çünkü bu, insanın kendi kendisine yaptığı bir erginlenme ritüelidir.
Peki sonra? Karanlık yanımızı gördükten sonra? Sonrası Ahab’ın hikayesinin henüz anlatılmamış detaylarında:
Ahab, Savinus’la karşılaştığı andan beri, konuştukları sürece hançerini bilemiş, ama bu, Savinus’u yatıp uyumaktan alıkoyamamış. Bütün dünyanın kendisi gibi düşündüğünü sanan Ahab, Savinus’a şu soruyu sormuş: “Kentin en güzel hayat kadını şimdi şu kapıdan içeri girse, onun güzel ya da baştan çıkarıcı olmadığını düşünmek gelir mi elinizden?” “Hayır. Ama kendimi tutmak gelir.” diye yanıt vermiş Aziz. “Ya dağlardan inip bize katılmanız için size pek çok altın vaat etsem, bu altına taşmış gibi bakmak gelir mi elinizden?” “Hayır. Ama kendimi tutmak gelir.” “Peki ya yanınıza iki kardeş gelse ve bunlardan biri sizden nefret etse, ötekiyse sizin bir aziz olduğunuzu görse, her ikisine eşit davranmayı başarabilir misiniz?” “Bana acı verse de kendimi tutmayı ve her ikisine eşit davranmayı başarabilirim.” Bu konuşmanın çok önemli olduğu ve Ahab’ı inancını değiştirmeye ikna ettiği söylenir. Ahab, Savinus’un kendisine benzediğini anladığında kendisinin de ona benzediğini anlamıştı. Her şey bir öz denetim sorunuydu. Ve insanın nasıl bir karar vereceği sorunu…
Karanlık yanınızı görmek ve onla yüzleşmenin ardından gerçek sınav başlar. Çünkü şöyle düşünebilirsiniz… “O hep korkup kaçtığım, derinlere ittiğim karanlık yanımla yüzleştiğimde onun cazibesine karşı koyamaz ve onun beni ele geçirmesine izin verir, o olursam?..” Bu noktada bir insanı insan yapan yegane değer devreye girer… O hep bahsi geçen yasak elma budur: “İrade” Aksi takdirde insan sadece bir robottur. Gerçek özgür iradeye sahip insan seçimlerinden sorumludur ve neyi seçerse seçsin arkasındadır. Kötüyü de seçse iyiyi de seçse bu benim seçimim diyendir. Ve insan doğası gereği iyidir. Çünkü iyilik yaratış, kötülük yok ediştir. Denge için bu evrende her ikisinin de vazifesi vardır. (big bang ve entropi döngüsü) Fakat doğamızın özünde var oluşumuzun gereği olarak yaratım vardır. Yaratım iyidir çünkü var eder. Meydana getirir… İnsan ÖZden gelen iradesiyle davrandığında iyiyi seçer. Öğretilmiş korkularıyla da kötüyü seçer. Neyi seçerse seçsin aslolan ise dediğimiz gibi sadece ÖZgür iradeyle yapılan seçimlerdir…
Her şeye rağmen insan bazen kendisi için neyin iyi olduğunu göremeyebilir. Karar veremeyebilir. Seçemeyebilir. Bunun da bir nasılı var. Yöntem basit: Neyin bizim için iyi olduğunu göremeyebiliriz ama neyi istemediğimizi her zaman net olarak biliriz… Hissederiz. İstemediğimiz şeyler ayan beyan ortadadır. Karnınız tıka basa doluyken bir tepsi börek istemediğinizi bilirsiniz. Sindirmek için kahve mi içseniz yoksa maden suyu mu içseniz bilemeyebilirsiniz ama bir tepsi börek yemeyeceğiniz barizdir. Karanlık yanınızı görüp istemediğiniz şeyleri ortaya koyduktan sonra geriye kalanlardan hangisini seçtiğinizin çok da önemi yoktur.
Somutlaştırmak gerekirse… İçinizde delicesine sahiplenen, kıskançlıktan ölen bir karanlık yan gördüğünüzde mevcut sevgilinizi artık kıskanmak istemediğinizi bilirsiniz. Çünkü bu kötüdür ve bu duygudan hoşlanmıyorsunuzdur. Geriye kalan seçenekler sizi kıskandırmak için her şeyi yapan bir sevgiliyse ondan ayrılmak ya da ne yaparsa yapsın kıskanmamak olabilir. Bunlardan hangisini seçtiğinizin önemi yoktur. Siz artık döngüyü kırmışsınızdır. Hem kendinize hem de başkalarına zarar veren kıskançlık duygusunu sevgiyle terk etmiş, onu hoşgörüye dönüştürmüşsünüzdür. Gerisi önemli değil. İster maden suyu ister kahve için
ÖZ’den gelen her duyguyu kucaklayan tüm okurlara afiyet olsun. Gönlünüz ışıkla, bu satırları zamanın ötesinden okuyan gözleriniz sevgiyle parlasın.
Bonus: Girişteki şarkının sözleri
Pin Floyd – Dark Side of the Moon / Eclipse
All that you touch
All that you see
All that you taste
All you feel
All that you love
All that you hate
All you distrust
All you save
All that you give
All that you deal
All that you buy,
beg, borrow or steal
All you create
All you destroy
All that you do
All that you say
All that you eat
And everyone you meet
All that you slight
And everyone you fight
All that is now
All that is gone
All that’s to come
and everything under the sun is in tune
but the sun is eclipsed by the moon.
“There is no dark side of the moon really.
Matter of fact it’s all dark.”
Yeni blog yazısı " Karanlık Yan – Irade – Erginlenme " Zamanın Ötesi web sitesinde yayında.