Aşkın Sönmeyen Çoban Ateşi
Yıllarca susuz kaldım ben, ama bu susuzluk ne suya ne de ekmeğe duyulan hasretti.

Yıllarca susuz kaldım ben, ama bu susuzluk ne suya ne de ekmeğe duyulan hasretti. Bu, senin varlığına olan açlıktı, her geçen gün içimde büyüyen, beni saran, ama aynı zamanda derinlemesine yaralayan bir eksiklikti. Seninle dolu olan her an, yokluğunun gölgesinde parlayan bir umut ışığına dönüştü. İşte o ışık, içimde yanıp tutuşan bir çoban ateşi gibi, asla dinmeyen, daima yanan bir alev halini aldı.
Bu ateş senin varlığınla harlandı. Her bakışın, her sözün, her dokunuşun, beni yeniden canlandıran bir rüzgar gibiydi. Seninle olan her an, içimdeki ateşe odun taşıyan bir güç gibiydi; beni daha da canlı, daha da gerçek kılan bir fırtına… Ama sensizlik, işte o yokluk; içimdeki alevi solgun bir kıvılcıma dönüştüren bir kederdi. Senin yokluğunla beraber, bu ateş kendine yer bulamadı, için için yandı durdu. Ağladı o ateş, her yokluğunda, her kaybolduğunda.
Eğer bir gün bu ateş tamamen sönerse, bir daha kimse beni tutuşturamaz. Çünkü bu alev, sıradan bir alev değil; bu aşkın, tutkunun ve sonsuz bir bağlılığın ateşi. Kimse yeniden doğuramaz beni, çünkü bu ateşin kaynağı sadece sende. Varlığın, beni ben yapan şey. Bir gün sessizliğe bürünürsem, kimse konuşturamaz beni; çünkü konuşan ben değilim, sesim, senin yankındır. Seninle var olan ben, sensiz bir boşluğa karışır.
Aşk, bir kez tutuşunca sönmeyen bir çoban ateşidir. Varlığınla harlanır, yokluğunla gözyaşları içinde yanmaya devam eder. Ama bir gün tamamen sönerse, işte o zaman dünyamın da sessizliğe büründüğü andır. Çünkü bu ateşi yakabilen tek şey, senin varlığındır.
Sana olan susuzluğum da, bu aşk ateşi gibi. Bir gün dindirilmezse, kimse o yangını yeniden başlatamaz.